Kilo alımının altında yatan en büyük nedenlerden biri.. Açlık hissetmesek dahi o anda daha iyi hissetmek, mutlu olmak için çözüm olarak yiyeceklere sarılıyoruz. Şöyle güzel bir tatlı ya da çikolata kimi mutlu etmez ki? Ya da günün stresini atmak için restoranda ya da evde o çok sevdiğin yemeği doyuncaya kadar yemek… Ne de olsa dünyaya bir kere geliyoruz değil mi? 🙂
Tamamen keyfi yediğimiz ekstra yemeler bize kendimizi o an çok iyi hissettirse de daha sonra hayat kalitemizi büyük ölçüde etkilemeye başlar. Üstüne bir de zayıflama çabası içerisindeysek fazla yemekten sonraki o pişmanlık bizi daha da strese sokar ve hiç motivasyonumuz kalmaz. Diyet yapmak bu sefer tam bir çıkmaza dönüşür.
Peki gerçekten yeme isteğinizin altında yatan nedenleri bilmek yetiyor mu? Farkında olsanız da bunu nasıl değiştirebilirsiniz? İdeal kilonuzda hayat boyu kalabilmek için buna nasıl bir çözüm getirebilirsiniz?
Bu soruların cevabına geçmeden önce şunu sorgulamanızı istiyorum..
Genel olarak açlığımızı etkileyen iki türlü faktör bulunur. Biri fizyolojik, biri psikolojik. Fiziksel açlık belirtileri midede kazınma hissi ve bununla beraber düşen kan şekeri ile gelen hafif halsizlik, tansiyon düşüklüğü gibi.. Oysaki psikolojik açlıkta kişi açlık hissetmese dahi yemeye yönelme isteği duyar. Stres, öfke, endişe, kaygı, mutsuzluk gibi durumlarda yatışma amaçlı hemen yiyeceğe başvurarak ”duygusal yeme” içine girebilir. Hatta bazen tıkınırcasına yiyip sonrasında pişmanlık duyarak kendini suçlu hisseder. Yemek yiyerek hissettiği duyguları bastırmaya çalışsa da sonrasında daha yoğun duygular yaşayarak kişi kısır bir döngüye girer.
Uzun süreli strese çözüm olarak en kısa sürede yapabileceği yeme işine yönelmesi alışkanlığa dönüşerek yeme isteğini giderek arttırır.
Duygusal beslenmenin altında yatan nedenler incelendiğinde ailenin çocuğunu fiziksel özellikleri yönünden değerlendirmesi, dış görünüşe önem vermesi, çocuğun önemsenmemesi, ailenin yanında olduğunu, ona destek olduğunu göstermemesi, başarı odaklı bir ilişki kurması, yiyeceklerin beynin bağımlılık bölgesine etkisi, mutluluk hormonunu arttırması gibi birçok etken yatabilmektedir. Ayrıca teknolojinin gelişmesi ile birlikte bilgisayar karşısında uzun zamanlar geçirilmesi, iletişimin sadece sesle ve yazışmalarla sağlanması, duygu aktarımını da etkilemektedir.
Günümüz koşullarında artan stres vücudumuzda kortizon hormonunu arttırarak bizi daha fazla şekerli, yağlı yiyecekler yemeye de yönlendirebilir. Özellikle kadınlar hormonal etkilerden dolayı bunu daha çok yaşarlar. Günümüzde istediğimiz yiyeceklere de anında erişim sağlayabildiğimizden kilo alımı da kaçınılmaz olur.
Beynimiz mutlaka yaşadığımız hislere bir anlam vermek ister.
Örneğin tam olarak ne olduğunu bilmediğimiz bir fotoğraf gördüğümüzde onu bir şeyle ilişkilendirmeye/benzetmeye çalışırız. Bu durum gün içinde yaşadığımız hislerde de öyledir. Sabah uyandığınızda göğsünüzde bir baskı, sıkıntılı bir his duyuyorsunuz diyelim ki… Beyin sıkıntılı bulduğu o hisler için bir açıklama bulmaya çalışır. O hislere neyin yol açtığını anlamak ister ki siz o konuda ne yapacağınızı bilesiniz. O hisler aslında bir sorundan kaynaklı olabilir. Belki o hislerinizin nedeni fizikseldir. Yorgun olabilirsiniz ya da yeterli bir şekilde uykunuzu alamamış, susuz veya aç olabilirsiniz. Siz oysa ki bu hislere açıklama olarak biriken ev işleri ya da biriken e-mailları cevaplandırmanız gerektiği, çocukların yemeği gibi durumları düşünüyor olabilirsiniz.
Tüm bu nedenlerden dolayı bir daha o his geldiğinde kendinize sormalısınız.. Bu hissin nedeni fiziksel mi? İlk başta bu süreci yönetmek kolay olmayabilir. Yine de buna da zamanla alışıp otomatiğe bağlayabileceğinizi unutmayın.
İdeal kiloda kalabilmek için fiziksel açlığımıza göre beslenmeyi nasıl sağlamalıyız?
Yiyecekler sizi değil, siz yiyecekleri kontrol edin… ve kendinizle ilgili farkındalıklarınızı arttırmaya başlayarak sağlığınız bir adım atın.